Baba ve Oğul Temsili Üzerine – Edebiyat

Turgenyev’in dünyaca ünlü eseri “Babalar ve Oğullar”ı bilmeyenimiz yoktur. Kuşkusuz, modernleşme sürecini bizden daha sancılı geçiren Rusların yaşadığı derin bunalımın en iyi mümessili olan roman, dar anlamda baba ile oğulun, geniş anlamda ise eski ile yeninin çatışmasını anlatır. Tıp öğrencisi, nihilist Yevgeniy Vasilyiç Bazarov ile eski hekim olan babası Vasilyev İvanoviç Bazarov arasındaki çatışma, eski kuşak ile yeni kuşağın çatışmasını simgeleyen birer kavramsallaştırma olarak dünya edebiyatı literatürüne girmiştir. Artık bu kitaptan sonra baba ile oğul aileyi oluşturan unsurlardan ziyade birbirine zıt iki dönemi veya kuşağı sembolize eden birer simge haline gelmiştir… Osmanlı Devleti de Tanzimat’la beraber Çarlık Rusya’sı ile benzer süreçler yaşamış, ortaya çıkan yeni kuşaklar eski kuşaklara kılıç kaldırarak yenileşme taleplerini dile getirmiştir. Tanzimat Dönemi Edebiyatı’nda Rus edebiyatında olduğu gibi “Babalar ve Oğullar” isminde müstakil bir roman yazılmamakla beraber baba ve oğulu temsil eden kuşaklar ve bunların çatışmasını anlatan birçok roman yazılmıştır. Belki de bu yüzden Jale Parla Tanzimat Romanı’nı inceleyen kitabına “Babalar ve Oğullar” ismini koyma gereği duymuştur.

Yalnız Jale Parla, kitabına ezberleri bozan bir tezle giriş yapar. Ona göre, Batılılaşma konusunda bilinenin aksine, Tanzimat’la birlikte gelenekten tam anlamıyla bir kopuş yaşanmamış, getirilen yenilikler toplumun yaşam felsefesinde ve düşünce sisteminde köklü bir değişikliğe neden olmamış, ders kitaplarında çokça bahsedilen ikilik (dilemma) hiç görülmemiştir. Yazar, bu dönemde yaşanan durumu Orhan Okay’dan aldığı terimle mülemma yani çok renklilik olarak nitelendirir. Başka bir deyişle yeniyi alıp eskiyi büsbütün kaldırmaktan ziyade, yeniyi sadece beğenmek, İslam kültürünün müsaade ettiği ölçüde yeniden beslenmek ve bahsetmek… Kitabında, Taner Timur’un görüşüne başvurarak 19. yüzyılın sonuna dek Osmanlı dünya görüşüne İslam düşüncesinin egemen olduğu düşüncesini savunur. Yine Hıfzı Veldet Velideoğlu’ndan alıntıladığı şu sözlerle iddiasını daha da sağlamlaştırmaya çalışır:

“Tanzimat’ta bırakınız bir bilim devrimini, bilimsel dönüşüm bile olmamış, ve bu dönemin dünya görüşü “ümmet terbiyesinin hakimiyeti, müşahade, tetkik, tecrübe, tenkide kat’iyyen yer vermeyen ayetlerin, hadislerin ve diğer metinlerin Aristo mantığına göre şerh ve tefsirine inhisar eden, mânâdan ziyade lafza kıymet veren, yazıya hiç yer vermeyen skolastik tedris metodu, tedris lisanı olarak anadil yerine Arapçanın hakimiyeti, tedris için hususi ve müstakil dersanelerin ve tedris vasıtalarının bulunmamasıyla kısıtlanmış ve belirlenmiştir.”(s.26)

Bunun sebebi, egemen İslam kültürünün Batı’ya yönelişe sınırlı ölçüde izin vermesiydi. Çünkü şeriatın -yazarın deyişiyle- mutlak metnin izin verdiği ölçüde ıslahat arzularını gerçekleştiren yeni kuşağın en büyük korkusu, baba-sız kalmaktı. Doğu toplumlarına özgü bir psikolojiyle hareket eden Tanzimat’ın genç aydınları, geleneği temsil eden simgesel babadan, diğer bir deyişle padişahtan kurtulmak istemekle beraber onun yokluğunda yaşayacakları kimlik bunalımlarını ve felaketleri hesap ederek bir taraftan da yaşamasını istiyorlardı. Nasıl ki gerçek anlamda bir ailede babanın yokluğu çeşitli felaketlere yol açarsa yasanın yani İslami kültürün ve terbiyenin simgesi olan babanın yokluğunda da ülke felaketlere sürüklenirdi. O yüzden adil ve müşfik bir hükümdar, Osmanlı Devleti’nin genç nesilleri için hala elzemdi. Tanzimat romancıları, Tanzimat dönemi boyunca bütün eserlerinde bu tezi ispatlamaya çalışır gibidirler. Örneğin Namık Kemal’in “İntibah” romanı, babası ölmüş ve İslami kültürden kopmuş Ali Bey’in süfli lezzetler peşinde koşarken felaketlerden felaketlere nasıl düçar olduğunu anlatır. Babasız Ali Bey, hayat kadını Mahpeyker’e aşık olarak yasayı ihlal etmiş, şeriattan sapmış, rehbersiz bir oğul olarak ezvak-ı ulviyeden uzaklaşıp lezaizi süfliyenin tadına kapılarak kötü yola düşmüştür. Yine Ahmet Mithat Efendi’nin “Felatun Bey ile Rakım Efendi” romanında Felatun Bey, geleneksel İslam kültürünün dışına çıkıp aşağı ve kimliksiz bir hayat sürmenin bedelini öder. Başta Ahmet Mithat Efendi olmak üzere Tanzimat yazarlarının ortak görüşüne göre, duyusallık ve şehvet materyalist bir felsefenin sonucudur ve insan iradesini yok eder. Bedensel arzuları ve cinselliği uyandırarak insanın iradesini yitirmesine sebep olur. Tanzimat yazarlarına göre egemen normlar ve üst-beni simgeleyen babanın yokluğunda iradenin yok olması doğaldır, çünkü onların insan tanımında irade bireysel değil kolektiftir, yani gücünü bireyin kararlılığından değil camiacı normların doğru ve yanlışlarından alır. (S.91)

Yazar, Batı’nın ampirist ve pozitivist epistemolojisini ilk benimseyen, başka bir anlamda yoldan çıkan ilk aydın olarak Beşir Fuat’ı görür. Beşir Fuat’la beraber apriorist-idealist bilgi kuramının yerini ampirist-pozitivist bilgi anlayışı alır. Beşir Fuat Tanzimat’ın kendinden önceki yazarlarından farklı olarak Batılılaşma üzerindeki egemen İslam kültürünün sınırlamalarını kaldırmış, tam anlamıyla materyalist-pozitivist bilgi kuramını benimsemiş, bu yeni anlayışın edebiyata nasıl uyarlanacağını göstermek için birtakım denemelerde bulunmuştur. Ne hikmettir ki yoldan çıkmış, babasız, mirasyedi roman kahramanlarının gerçek hayattaki benzeri olan Beşir Fuat, geleneklerine bağlı Tanzimat romancılarını haklı çıkarırcasına bu ağır yükü fazla taşıyamayıp intihar etmiş, intiharını da anbean kaydederek edebiyat tarihimizdeki ilginç yerini almıştır…

Ahmet Mithat’a göre İslâm kültürünün büyük üstünlüğü, manevi değerlere verdiği önemle, namuslu ve iffetli insanlar yetiştirmesindedir. İslam kültürü yasayı, simgesel anlamda BABA’yı temsil eder. Babaya isyan aynı zamanda yasaya isyandır. Yasaya isyan çocukları felakete sürükler. Bu anlamda sadece oğulları değil kızları da babanın yokluğunda büyük tehlikeler beklemektedir. Duyusallık ve şehvet hastalığı babalarını kaybetmiş ve İslam kültüründen kopmuş genç erkekler ve kızlar için en büyük tehlikedir. Tanzimat’ın ilk dönem aydınları bu tehlikeyi çok erken görmüş, Batılılaşmaya mesafeli durmuşlardır. Ne büyük tesadüftür ki şimdilerde onları daha iyi anlıyoruz. Romanlarında işledikleri tezlerin ne kadar doğru ve günümüzde de ne kadar geçerli olduğunu daha iyi kavrıyoruz. Bugün aile kurumunun karşı karşıya kaldığı felaketler ve doğum oranlarındaki hızlı düşüş, İslami kültürden kopuşun sonucu olarak şehevi arzuların peşinden giden bir neslin ortaya çıkışıyla doğrudan ilişkili değil midir? İster kabul edin ister etmeyin ama öyledir!

Babalar ve Oğullar

Jale Parla

İletişim Yayınları

İstanbul-2010

157 sayfa


Yazar: Mustafa BUĞAZ
Yayın Tarihi: 16.05.2025 09:00 –
Güncelleme Tarihi: 05.05.2025 10:37

Başa dön tuşu
Haber Tiraj